Şehzade Mustafa Niçin Öldürüldü?

Şehzade Mustafa Niçin Öldürüldü ?

Büyük İngiliz devlet adamı Sir Winston Churchill, tarih bilmenin önemini belirtmek için, "Ne kadar geçmiş isem, o kadar geleceğim" demektedir. Ünlü tarihçi İbnü`l-Esir ise, tarih`in uzun kış gecelerini dolduran bir eğlence olmayıp tarihten ibret alınması gereğinden söz eder. Bizzat Kuran-ı Kerim, geçmiş kavimlerin başlarından geçenleri, ibret ve ders almamız için anlatır bizlere. Şu halde tarihi bilmek, bugünü anlayıp yarını kurmak için mecburidir. Tam da bu noktada, Kanuni Sultan Süleyman`ın oğlu Şehzade Mustafa`nın başına gelenler ve bunun Osmanlı İmparatorluğuna nasıl yansıdığını anlatmayı gerekli gördüm.

Osmanlı İmparatorluğu en güçlü dönemini Kanuni Sultan Süleyman döneminde yaşamıştır. Edebiyatta Baki, mimaride Sinan, ilimde Ebussuud, denizcilikte Barbaros bu dönemin zirve isimlerinden bir kaçıdır. Muhteşem namıyla maruf Sultan Süleyman`ın bu parlaklığa ulaşmasında elbette önceki sultanların, ama özellikle de Yavuz Sultan Selim`in büyük payı vardır.Böylesine parlak bir dönemi, Duraklama Devri`nin ve tereddinin takip etmesi üzerinde durulması gereken bir noktadır. Kanuni Sultan Süleyman`ın hükümdarlık döneminin bütününü bu yazıda bırakın anlatmayı, özetlemek bile mümkün değildir. Fakat Kanuni döneminin bu yazıya konu olan icraatı, oğlu Şehzade Mustafa`yı boğdurması ve bunun hangi şartlar altında gerçekleştiğidir.

Konu Şehzade Mustafa olduğuna göre, fecii bir akıbete maruz kalan bu bahtsız şehzade hakkında bilgi vermekte fayda var. Şehzade Mustafa, 1515 yılında babası Kanuni`nin Manisa Sancakbeyliği sırasında doğdu. Annesi, Kanuni`nin ilk başkadını olan Mahidevran Hatun`dur. Dedesi Yavuz Sultan Selim`in vefatı üzerine, babası Kanuni ile birlikte İstanbul`a gelen Şehzade Mustafa, 1533 yılında Saruhan Sancakbeyliğine atandı. Aynı dönem, Şehzade Mustafa`nın annesi Mahidevran Hatun ile Mehmed, Selim, Bayezid ve Cihangir adlı dört şehzadenin annesi olan Hurrem Sultan arasındaki rekabetin ateşli bir biçimde yaşandığı yıllardır.

Tarihi kaynaklar Şehzade Mustafa`yı iyi yetişmiş, cesur ve halkın sevdiği bir kişi olarak tasvir etmekteyse de, babası Kanuni için durum pek de öyle gözükmemektedir. Manisa sancakbeyliği, padişah`ın vefatı durumunda yerine geçecek şehzadeye ayrılan bir yer olarak bilinmekteydi. Burada sancakbeyliği görevini yürüten Şehzade Mustafa bir zaman sonra Amasya`ya kaydırıldı. Manisa`ya ise, Kanuni`nin Hurrem`den olma ve Şehzade Mustafa`dan altı yaş küçük oğlu Şehzade Mehmet getirildi. Bunun anlamı, Hurrem`in oğullarından birinin sultan olması için yoğun bir çaba gösterildiği ve Kanuni`nin de bu etkiye direnemediğiydi. Tüm bunlar gerçekleşirken beklenmeyen bir durum ortaya çıktı. Kanuni`nin Şehzade Mustafa`ya tercih ettiği Şehzade Mehmet, henüz 22 yaşında iken vefat etti. Şehzade Mehmet`in vefatından sonra Şehzade Mustafa bir kez daha öne çıksa da, Manisa Sancakbeyliğine bu kez yine Hurrem`in oğlu olan Şehzade Selim getirildi. Bu durum, Hurrem`in kendi oğullarından birisini sultan yapmak konusundaki ihtirasını ve gayretini göstermekteydi.

İmparatorluğun büyük başarılar elde ettiği bu dönemde bir yandan da taht kavgaları için için devam etmekteydi. Ordu, ulema ve meşayih Şehzade Mustafa`nın sultanlığının uygun olduğunu düşünürken, Hurrem ve Rüstem Paşa Şehzade Bayezid`in sultanlığından yana idiler. Bedenen özürlü olan Şehzade Cihangir`i ise hizmetli takımı çok sevmekteydi. Tüm bu taht mücadelelerinde adı anılmayan tek kişi ise Şehzade Selim idi. Gerek sultan olmaya kayıtsızlığı, gerek aykırı ve düzensiz hayatı onun sultan olabileceğine ilişkin herhangi bir ihtimalin doğmamasına yol açıyordu.

Ordunun, alimlerin ve meşayihin Şehzade Mustafa`dan yana olması boşuna değildi elbette. Zira Şehzade Mustafa, hem bedenen, hem de karakter itibariyle dedesi Yavuz Sultan Selim`e benzemekteydi. Diğer kardeşlerinden farklı olarak çok iyi yetişmiş, döneminin alimleri ve şairleri tarafından çevrelenmişti. İmparatorluğun daha da güçlenmesini sağlayacak adımları atmakta kararlılık gösterecek bir şehzade olmasının yanısıra, yavaş yavaş Osmanlı seçkinlerini çürütmeye başlayan içkiye ve kötü alışkanlıklara karşı büyük bir nefret duyuyordu. Halk tarafından sevilmesinin sebebi ise, güleryüzlü, mütevazı ve cömert olmasıydı.

Her ne kadar hemen herkes Şehzade Mustafa`nın Kanuni sonrasında tahta geçmesinin uygun olduğunu düşünse de, Hurrem ve Rüstem Paşa Şehzade Mustafa`ya karşı müthiş bir kin duyuyorlardı. Bu arada Hurrem, çirkin ve cahil bir kimse olan Rüstem`e kızını vererek onu sultanın damadı da yapmasını bilmişti. Hurrem`in bunu yapmaktaki amacı, Şehzade Mustafa`nın tahta geçmesini engelleyecek ittifaklar kurmak istemesiysi. Rüstem Paşa`nın Şehzade Mustafa`ya olan kini ise, Mustafa`nın sultan olması halinde saraydan uzaklaştırılacağını çok iyi bilmesiydi. Böylece Şehzade Mustafa`nın tahta çıkmasını isteyen ordu, ulema, meşayih ve halk karşısında, saray entrikalarını çok iyi bilen Hurrem-Rüstem ittifakı bütün hileleriyle ve pervasızlığıyla işlemeye başlamıştı.

Peki Kanuni bu işin neresindeydi? Kanuni Sultan Süleyman, on bir askeri sefere çıkmış olmanın yorgunluğunu ve nikris hastalığıyla mücadele etmenin zayıflığını yaşıyordu. Bu durum onun gün geçtikçe Hurrem-Rüstem ittifakının etkisi altına girmesine yol açıyordu. Hurrem ve Rüstem de Kanuni Sultan Süleyman`a sürekli olarak Şehzade Mustafa`nın sultan olmak istediğini ve Yavuz Sultan Selim`in babası II. Bayezid`i tahttan indirmesini hatırlatıyorlardı. Gerçekten de Yavuz Sultan Selim, doğuda büyüyen ve Osmanlı halkını tehdit eden Safevi tehlikesine ve Memlukların yıkıcı teşebbüslerine karşı gerekli tedbirleri bir türlü alamayan babası II. Bayezid`i tahttan inmeye zorlamıştı. Yaşlı Bayezid, Safevi ve Memluk tehlikeleri karşısında gün geçtikçe zayıflayan devlete yön vermekten uzaklaşmış, saraydaki bazı muhterisler ise Yavuz`un kendi çıkarlarına mani olacağı gerekçesiyle ona diş biliyorlardı. Yavuz Sultan Selim`in babası II. Bayezid`i tahttan inmeye zorlaması bu şartlar altında olmuştu. İşte Hurrem ile Rüstem`in Kanuni`ye sürekli olarak hatırlattıkları durum buydu. İşin aslı ise, Hürrem`in kendi oğlunu sultan yapmak istemesi ve Rüstem`in de damat olması hasebiyle saraydan edindiği nüfuzu kaybetme korkusuydu.

"Osmanlı tarihinin en muhteris kadın efendisi Hurrem, en hileci veziri ise Rüstem Paşa`dır" dense abartılı olmaz. Bu ikili karşısında Şehzade Mustafa`nın durumu çok zordu. Artık seferlere bile çıkmayan Kanuni`den sonra sultanın muhakkak Şehzade Mustafa olması gerektiği fikri gittikçe yaygınlaşıyordu. Bu teveccüh ve Şehzade Mustafa`yı herkesin sevmesi karşısında Hurrem-Rüstem ittifakının entrikaları ve pervasızlığı da gittikçe artıyordu. Rüstem Paşa, Şehzade Mustafa`nın mührünü yaptırarak İran Şahı Tahmasb`a mektup yazmış, İran Şahının cevabını da Kanuni Sultan Süleyman`a sunmuştu. Bu ve benzeri bir dizi entrika ile Kanuni Sultan Süleyman, oğlu Şehzade Mustafa`nın kendisine isyan edeceğine ve tahtı elinden alacağına ikna edilmişti. Artık Şehzade Mustafa, yani, Osmanlı tahtına en iyi varis olabilecek, halkın, ordunun, alimlerin, meşayihin sevdiği bu kıymetli şahsiyet, oğlunu sultan yapmak isteyen Hurrem`in ve damatlıktan gelen çıkarlarını ve maddi nüfuzunu elde tutmaya çalışan Rüstem Paşa`nın hileleriyle adeta bir isyancı gibi gösterilmekteydi.

Peki daha sonra ne olmuştur? İşin o kısmı oldukça hazindir. Şehzade Mustafa, sefere giden ve kumandanlığını babasının yaptığı orduya katılma emri alır. Yanında beş bin kişilik bir kuvveti olduğu halde emredileni yapar. Şehzade Mustafa kendisinden ve masumiyetinden o kadar emindir ki, ikinci vezir Ahmed Paşa`nın el altından kendisine yolladığı uyarıyı umursamadan babasının huzuruna çıkmaktan çekinmez. Zira babasının adaletine ve kendisinin masumiyetine güvenmektedir. Hatta, hayatından endişe eden bazı yakınları Şehzade Mustafa`yı, babası ile açık alanda ve at üzerinde görüşmesi yönünde ikna etmeye çalışmışlarsa da, Mustafa bunu bile gereksiz saymıştır.

Şehzade, babasının adaletine ve kendi masumiyetine güvenerek babasının çadırına gitmeye karar vermiştir. Şehzade Mustafa`yı o çadırda bekleyen, Hurrem`in ihtirasla ve Rüstem`in hilelerle doldurduğu Kanuni Sultan Süleyman`ın verdiği emirdir. Osmanlı`nın en iyi yetişmiş Şehzadelerinden olan Mustafa babasının çadırına girer girmez, yedi dilsiz celladın saldırısına uğrayarak hunharca boğulmuştur. Rivayet odur ki, boğulduktan sonra çadır önünde teşhir edilen Şehzade Mustafa`nın yüzü bembeyaz imiş. Ayaklarında kırmızı çizmeleri, kavuğunda da beyaz turna tüyü sokulu imiş.

Kanuni Sultan Süleyman`ın, Hurrem`in ihtirası ve Rüstem Paşa`nın hileleri ile boğdurttuğu Şehzade Mustafa`nın akıbeti Osmanlı halkında geniş yankı bulmuştur. Kanuni`nin süt kardeşi Mehmed Çelebi bu kararı dolayısıyla sultana çok ağır sözler söylemiş, padişahla araları açılmıştır. Her kesimden insanın sevdiği Şehzade Mustafa`nın boğdurtulması sebebiyle derin bir üzüntü ve ümitsizlik doğmuştur. Halk arasında uzun süre, "Umudumuz Mustafa ile söndü" sözünün söylendiği rivayet edilmektedir. Hatta, saraya gönderilen imzasız bir ihbar mektubunda, "keşke Mustafa öleceğine biz kırılsaydık" denilmiştir. Fakat olan olmuş, Şehzade Mustafa saray entrikalarına ve Rüstem Paşanın hilelerine kurban gitmiştir.

Şehzade Mustafa`nın öldürülmesi başlı başına hazin bir olay ve haksızlık olduğu kadar, Osmanlı tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Bedenen özürlü olan Şehzade Cihangir`in vefatı, Şehzade Bayezid`in babasına isyan ederek İran`a kaçması ve ardından da idam ettirilmesi sonrasında, sultan olması hiç beklenmeyen Şehzade Selim Osmanlı tahtına çıkmıştır. Osmanlı sultanı olmayı hakedecek donanımdan ve beceriden yoksun olan Sultan Selim ise, devleti yönetmek ve yeni fetihlere yönelmek yerine, saray eğlenceleri ile vakit geçirmiş, içki ve sefahat hayatına dalmıştır.

Yazının başına dönelim tekrar. Şöyle demiştik: "Tarihi bilmek, bugünü anlayıp yarını kurmak için mecburidir." Gerçekten de durum budur. Tarihin nasıl işlediğini, nerelerde hatalar yapıldığını, aynı hataları tekrarlamamanın lüzumunu iyi kavramak gerekir. Bu gereklilik, büyük iddialarla toplum karşısına çıkan, dünyaya nizam verme arzusunda olanlar için daha da önemlidir. Görüldüğü üzere, oğlu tahta geçsin diye ihtiras içinde yanan Hurrem, kendi düzeni bozulmasın diye her çeşit hileyi uygulayan damat Rüstem Paşa, Osmanlı`yı yıkacak bir teşebbüsün parçası olmuşlardır. Hurrem`in ve Rüstem Paşa`nın nasıl böylesine büyük bir hatayı işlediğini anlamak mümkün değil. Şehzade Mustafa`nın ne kadar iyi yetiştiğini, alimler, meşayıh, ordu ve halk tarafından ne kadar çok sevildiğini; lüks hayata düşkün ve toy Sarı Selim`den ne kadar üstün olduğunu niye göremedi Hurrem ve Rüstem Paşa? Göremediler çünkü, ihtiras ve kin gözlerini kör etmişti. Peki ya Kanuni, o neden kavrayamadı bunu? Kavrayamadı çünkü, Şehzade Mustafa`nın kendisini tahttan indireceğine inandırılmıştı. Oysa Şehzade Mustafa, ordunun, alimlerin, meşayihin ve halkın sevgilisi olan Mustafa, başına gelebilecekler kendisine haber verildiği halde babasının huzuruna çıkacak kadar emindi masumiyetinden.

Tarihi uzun kış gecelerini dolduran masallar olarak görmemek gerek. İnsanlar tarihi öğrendikçe bugünü daha iyi anlayabilirler. Yarını kurmanın tek yolu, tarihin gösterdiği ibretlerden ders almaktır.

Hurrem, Rüstem, Kanuni, Şehzade Mustafa ve dilsiz cellatlar. Siz o gün orada olsa idiniz, kimden yana olurdunuz? Şu kadarını söyleyeyim ki, ihtişamını her surette hürmetle andığımız, muhabbetle adını zikrettiğimiz ve yaşasaydık ordusunda nefer olmayı onur bileceğimiz Ulu Sultan Kanuni`nin her kararının haklı olmadığını tarih bize göstermektedir. Ve yine tarih bize göstermektedir ki, Kanuni`nin her kararını doğru bilmek, bu kararların her zaman Osmanlı`nın lehine olduğu anlamına gelmeyebilir. Bazen Kanuni`nin kararını onaylamak, Hurrem`in ihtirasına ve Rüstemin hilelerine destek olmaktır. Ben eğer o gün orada olsa idim, Şehzade Mustafa`ya hak verenlerden olurdum. Zira aksine davranmak, Şehzade Mustafa`yı boğan dilsiz cellatların yaptığıyla aynı olabilir.

Yorum Gönder

0 Yorumlar