Tanzimat Dönemi..

TANZİMAT’A DOĞRU



Aslında Osmanlı Devleti bu tür fikir alanındaki yeniliklere, daha doğrusu Avrupa medeniyeti ile olan temasları çok daha evvelinden sağlamakta gecikmişti. Türk-Avrupa münasebetleri, Kanuni Sultan Süleyman devrinde, Fransa'ya yapılan Osmanlı yardımı nedeniyle, Türk-Fransız dostluğu başlamış ve Fransız kültürünün yayılmasına bir zemin hazırlanmıştır.

Osmanlı devletinin Avrupalılaşma yolunda atmış olduğu en kesin adım, Abdülmecit'in hükümdar olduğu ve 1839 yılında başlayan "TANZİMAT INKILABI"dır. Tanzimat; Avrupa medeniyetinin Türk toplumuna girmesi gibi görünürse de, aslında Tanzimat İnkılabı Avrupa medeniyetinin; siyasi, askeri ve ekonomik baskılarla kendisini Türkiye'ye kabul ettirmesi ve Osmanlı'nın sömürgeleşmesiyle birlikte yok olması demektir.

TANZİMAT EDEBİYATI
Tanzimat Fermanı ile, siyaset, idare ve eğitim alanlarında Batı uygarlığına resmen katıldıktan sonra Batı’yı örnek edinen Avrupai Türk Edebiyatının birinci dönemidir. Tanzimat Edebiyat, siyasi tanzimatın ilanından aşağı yukarı yirmi yıl sonra, 1860’da, Şinasi’nin Tercümanı-ı Ahval gazetesini çıkarmasıyla başlar,1895’e kadar sürer. Tanzimat Edebiyatı; eski kuruluşlarla düşüncelerin karşısına toplumsal ve siyasal düzenlemelerle çıkar. Basımevlerinin gelişmesi, gazeteciliğin Batı’dan geniş ölçüde esinlenmesi, güçlü edebiyatçıların yetişmesi etkili bir kamuoyu yaratır.
Tanzimat Edebiyatı, Batıya yönelmiş bir Türk Edebiyatıdır. Toplum hayatımızın hızla değişme ve gelişme akımlarının itici fikir gücü Tanzimat’la başlar. Divan Edebiyatı’nın yüzyıllar boyu süren durgunluğu Tanzimat’la ortadan kalkar. Tanzimat’tan sonra orta sınıf teşekkül eder; bu orta sınıf kendi edebiyatını yaratır; yeni bir edebiyat ortaya çıkar. Dil, artık Divan Edebiyatı dili değil, orta tabakanın günlük konuşmaya çok yakın olan dilidir. Tanzimat’tan sonra nesir, roman, tiyatro, büyük bir yer işgal eder. Nesrin gelişmesinde gazeteciliğin büyük rolü vardır.
Tanzimat Edebiyatı ile topluma yeni bir duyuş, düşünüş ve anlatış tarzı, yeni bir dünya ve insan anlayışı gelmiş; bütün edebiyatımız boyunca önemsenmemiş bulunan düz yazı dönemi başlamıştır. Avrupa düşünüş sistemi Tanzimat’la memlekete yayılır. Sanat toplumun görevinde bir araç olarak kullanılır. Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Recaizade Ekrem, Abdülhak Hamit, Sami Paşazade Sezai bu dönemin en önemli kişileridir.

CANLI EDEBİYATA GİRİŞ
Tanzimat’la edebiyatımıza yeni bir dünya görüşü, yeni bir insan anlayışı girer. Duyuş, düşünüş ve anlatış olanaklarımız genişler. Edebiyatımız cansız dünyayı, cansız insanları anlatmaktan, canlı dünya anlatımına, etli canlı konulaştırmaya Tanzimat’la başlar. Tanzimat öncesi edebiyatımız cansız bir edebiyattır.
Tanzimat Edebiyatı; toplumcudur, doğrunun, iyinin peşindedir. Bu dönemin şair ve yazarları, edebiyat yolu ile ulusu uyandırıp yükseltmek; gerilik, kötülük ve baskıları yok etmek gayesini taşırlar. Topluma karşı kendilerini sorumlu sayarlar. Tanzimat döneminde yetişen yazarlar, eski edebiyatı yıkarak, yerine, Batı Edebiyatı yolunda yeni bir edebiyat kurmayı gaye edilmişlerdir. Şinasi, Ahmet Refik Paşa, Fransız klasisizminin; Namık Kemal, Ahmet Mithat Fransız romantizminin etkisinde kalarak o yolda eserler vermişlerdir.

Tanzimat sonrası edebiyatımız uluslaşma, çağdaşlaşma olanaklarını da birlikte getirir. Yazı dilinde konuşulan Türkçe’ye gidilir. Tanzimat ile birlikte eleştiri, hikaye, roman ve tiyatro gelir; gazetecilik başlar. Batı’nın edebiyat akımlarından romantizm, realizm, natüralizm, sembolizm, parnasizm edebiyatımız girer.

TANZİMAT’TA ROMAN VE ÖYKÜ

Türk edebiyatında batılı anlamda roman ve öykü Tanzimat döneminde başlamıştır. Ülkemizde roman ve öykünün gelişiminde batı edebiyatından yapılan roman çevrilerinin büyük katkısı vardır. İlk çeviri Yusuf Kamil Paşa’nın Fenelon’ un les Aventures de Telemaque (1699) adlı yapıtının çevirisidir. Yapıt 1862’de Terceme-i Telemak adıyla çevrilmiştir. Aynı yıl Victor Hugo’nun romanı Sefiller de dilimize çevrildi. Bu yapıtları Daniel Defore’dan Hikaye’i Robinson (1864), François Rene Chateubriand’dan Atala (1872) çevirileri izledi.

Türk edebiyatında ilk öykü ve roman denemeleri Ahmet Mithat yazmıştır: Kıssadan Hisse , Letaif-i Rivayat. Bu dönem roman ve öykücüleri , dil ve sanat anlayışları bakımından birbirinden ayrılır. Ahmet Mithat, Emin Nihat Şemsettin Sami Nabizade Nazım halka seslenmeyi ilke edindikleri için oldukça yalın bir dille; Namık Kemal Samipaşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem ise seçkin bir topluluğa seslenmeyi ilke edindikleri için Yeni Osmanlıca’yla yazmışlardır. Bu dönem roman ve öykülerinde konular ya günlük yaşamdan ya da tarihten seçilmişti. Tutsaklık ya da sürgünlük (Namık Kemal , İntibah; Samipaşazade Sezai), aile baskısıyla gerçekleştirmek istenilen evlilikler, batılaşmanın yanlış algılanması gibi konular işlenmiştir. Birinci kuşak romancı ve öykücüleri romantizmin ; ikinci kuşak romancı ve öykücüleri olan Samipaşazade Sezai, Mizancı Mehmet Murat Recaizade Mahmut Ekrem ve Nabizade Nazım Gerçekçilik ve Doğalcılık akımlarının etkisinde kalmıştır. Namık Kemal’in Cezmi’si ilk tarihsel roman olma özelliği taşır. Araba Sevdası ilk gerçekçi roman olma özelliğini taşır. Nabizade Nazım da Karabibik adlı uzun öyküsü ile Anadolu köy yaşamını Türk roman ve öyküsünün konu dağarcığına sokmuştur. Aynı yazarın Zehra adlı romanı da ilk doğalcı psikolojik roman örneğidir. Tanzimat romanları, üstünlükleri yanında , ilk örnekler olmanın çeşitli aksaklıkları da taşımaktadır. Yazar çoğunlukla romanının içinde yer alır, kendi ağzından düşüncelerini söyler ve araya girer; çevre ve doğa betimlemeleri iyi yerleştirilememiştir; dil zaman zaman doğallığını yitirir ve kurguda çeşitli tutarsızlıklar vardır.

TANZİMAT ŞİİRİ

Tanzimat şiirinde hem Divan şiirinin, hem de Batı şiirinin büyük etkileri görülür. Tanzimat şairleri genellikle Divan şiiri kültürüyle yetişmişlerdir; bazıları da Avrupa’da özellikle Fransa’da bir süre yaşadıkları için Fransız şiirini yakından izleme olanağı bulmuştur. Batı edebiyatından ilk şiir çevirileri de bu dönemde görülmektedir. Fransız şiirinden yapılan çeviriler çoğunluktadır. Voltaire, Jean-Jacques Rousseau, Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Jean de La Fontaine, Jean Racine, François Fenelon, Nicolas Boileau, Alfred de Musset gibi şairlerden çeviriler yapıldı.Bu şiirler Türk şiirinin biçimsel yapısını etkiledi. Batının, sone,terza rima, ottavarima gibi nazım biçimleri kullanılmaya başlandı. Gene çevirilerin etkisiyle Klasikçilik, Romantizm, Gerçeklik, Parnasizm, Sembolizm gibi edebiyat akımları Türk edebiyatında tanınmaya başlandı. Çeviri şiirler Türk şiirini öz bakımdan da etkiledi. Yeni düşünceler, kavramlar, imgeler, simgeler ve özellikle batı dillerinden birtakım yeni sözcükler bu dönemde dilimize girdi. Tanzimat şiirinin ilk kuşağında bazı temel kavramlar ilk kez kullanıldı. Şinasi’de “uygarlık, hak, adalet, yasa, devlet ile halkın karşılıklı hak ve ödevleri”; Namık Kemal’de “özgürlük ve yurt”, Ziya Paşa’da “geri kalmışlık” bunlara örnektir. Tanzimat’ın ikinci kuşağında toplumsal temalar daha geriye, ikincil duruma düştü, fizikötesi gündeme geldi. Recaizade Mahmud Ekrem’de “ölüm”; Abdülhak Hamit’te “ölüm” yanı sıra “Tanrı, yaşam, dünya, madde, ruh varlığın ne olduğu ve sonu” gibi temalar ağırlık kazandı. Tanzimat’ın ilk kuşağı “yeni insan”ı yaratmaya çalışıyordu, yaklaşımları toplumsal ve ahlaksaldı. Toplumun çağdaşlaştırılmasını ana ilke edinmişlerdi. İkinci kuşağın gündemini ise daha çok şiirle ilgili konular ve metafizik alanlar oluşmuştur. Başka bir deyişle, ikinci kuşak “sanat sanat için” ilkesini benimsemiştir.
Tanzimat’ın birinci kuşağında Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa; ikinci kuşağında Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, Muallim Naci gibi şairler vardır.

TİYATRO

Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (kukla, Karagöz, orta oyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür.Tanzimat’ın ilk yıllarında İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergiledi. Mihail Naum , Güllü Agop gibi Ermeniler’in Türkçe oyunları da sergilemeleri önemli bir gelişmeye sebep oldu. Güllü Agop 1868’ de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başladı; müzikli oyunlar dışında Türkçe oyunlar sergilemenin tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884’te Ahmet Mithat’ın Çerkez Özdenler oyununu oynarken oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesi ile tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908’e kadar kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur.
Mardiros Mınakyan’ın kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi’nin(1817-66) Hikaye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen’i (1844) adlı dramı gösterilmektedir.Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi , Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) ’nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur.Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü “ Türk Moliere’i”olarak adlandırılmıştır.Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal , Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır.

TANZİMAT NESRİ

Edebiyatımızda gerçek nesir, Tanzimat’la başlar. Gazete ile birlikte Batı anlayışındaki nesir türleri de, edebiyatımıza girer. Tanzimat edebiyatımızı yaratanlar şiir yazmakla beraber, asıl yeniliği nesrimizde yapmışlardır. Makale, eleştiri, söylev, hikaye, roman, tiyatro vb. hep Tanzimat edebiyatımızın getirdiği yeni nesir türleridir.
Divan nesrinde süslü yazmak , özentili bir üslup vardır. Tanzimat nesriyse, cümleyi gereksiz boş sözcüklerden kurtarmış, fikri ön plana almıştır. Bu nesirde seciler atılmış, cümlenin boyları kısalmış, doğrudan doğruya konuya girmek yolu tutulmuş, ilk defa noktalama kullanılmıştır.
Şinasi’nin nesri oldukça kuru, Namık Kemal’in şişkincedir; Abdülhak Hamit’e gelince, şairane bir duyguluk kazanır. Servet-i Fünuncuları etkileyen Hamit nesri, halktan uzak düşen felsefi fikirlerin tezatlı söz sanatları ile yüklüdür. Tanzimat nesrinde sadeliği en ileri götüren Muallim Naci; halk diline en çok yaklaşan ise Ahmet Mithat Efendi’dir.



Edebiyatımızdaki nesir türlerini üçe ayırabiliriz: 1- Divan edebiyatında açık ve edebi nesirle yazılan eserler; 2-Halk edebiyatında hikayeler, kahramanlık destanları, esersiz temsiller: meddahlık, karagöz, ortaoyunu gibi; 3-Yeni edebiyatta gazete, dergi, tiyatro, roman, hikaye, tarih; gezi, coğrafya, mektup, anı, edebiyat tarihleri gibi.
Süslü nesirle Divan şiiri arasında paralellik vardır. Ustalık, hüner göstermek amacı taşır. Arapça, Farsça, sözcüklerle tamlamalarla yüklüdür. Söz oyunları, düğümlü uzun cümlelerle, seci’lerle doludur. Edebi nesir de denir. Süslü divan nesrimizin baş temsilcilerimizden sayılan Nergisi (1592-1635); münşeat yazarıdır. Secilerle örülü tumturaklı terkiplerle yüklü, süslü divan nesrimizin Veysi ile birlikte baş temsilcisi sayılır.
Halk diline dayalı; süsten, söz sanat oyunlarından, özentilerden uzak; Arapça, Farsça, sözlerle tamlamalara elden geldiğince az yer verilen bir nesirdir sade nesir. Halkı amaç tutan konularımız; dinsel, tasavvufla ilgili yapıtlarımız, halk hikayelerimiz, Kur’an tefsirlerimiz, menakıpnamelerimiz, hadis kitaplarımız, ortaklaşa özellik taşıyan Osmanlı Tarihleri’miz; halka birşeyler öğretmek isteyen yazıyla ilgili eserlerimiz sade nesir yani öğretici nitelikteki nesirlerdir

TANZİMAT GAZETECİLİĞİ
Tanzimat’la gelen, halkın okuyuş oranında gelişen Türk gazeteciliği, Türk gazeteciliği, Türk Edebiyatı’nın yepyeni bir döneme girmesini sağlar. Makale, fıkra, haber, röportaj, sohbet, mülakat, anı, gezi, şiir, inceleme, eleştiri, deneme, hikaye ve roman türlerinin gelişmesinde gazeteciliğimizin etkisi büyük olur.
Gazete, her gün bir toplumdan, bir sorun üzerinde fikir ve görüşe sahip ikinci bir toplum çıkarabilecek kudrette bir çözümleme ve birleştirme organıdır. Gazete sayfaları her gün yüz binlerce insanın beraber toplanıp, beraber düşündükleri, konuştukları bir toplantı meydanıdır. Demokratik toplumların hayatında en önemli rolü fikirler oynamaktadır. Fikir özgürlüğünün olduğu her yerde kişiler, çeşitli olanak ve araçlardan faydalanarak, fikirlerini savunmak isterler. İşte bu araçların en önemlisi ve en etkilisi gazetedir. Gazete dünyadaki bütün olup biten olayları günü gününe halka bildiren, haberleri kendi görüşü ile yorumlayan, ufkumuzu her türlü bilgiler vererek genişleten düşüncelerimizi aydınlığa götüren, halkı dar görüşten kurtaran basılmış kağıtlar topluluğudur.
Tanzimat gazeteciliği; halkın görüşüyle birlikte edebiyatı da değiştirir. Çünkü günlük yaşamın gazeteyle ön plana geçmesi, edebiyatımızda da etkisini gösterir. Bu gazeteleri okuyanlar, Batı’dan yapılan roman çevirilerini izleyenler, yeni bir dünya görüşüyle karşılaşırlar. Eski yaşamın, tüm olarak dine göre düzenlenen kurumlarla fikirleri, Tanzimat sonrası gazeteciliğiyle dinamikleşir.

Tanzimat’ta yayınlanan gazetelerin sayısı yetmişe yaklaşırken, dergiler yüzü geçer. Tanzimat Edebiyatı’nın oluşmasında, yeni Türk nesrinin doğmasında en büyük rolü oynayan, en önemli görevi yüklenen gazetelerle dergilerin belli başlıları: Takvim-i Vekayi(1831), Ceride-i Havadis,(1840) gibi resmi gazetelerle; Namık Kemal’in yayınladığı İbret(1871); Hadika(1872) Ali Suavi’nin yönettiği Muhbir(1866); Ahmet Mithat’ın çıkardığı Devir(1872); Sıraç(1873); Vakit(1875); Ebüzziya Tevfik’in Mecmua-i Ebüzziya(1879); Hazine-i Fünun(1882); Gayret(1886), Asar(1886), Maarif(1890), İkdam(1894)’dır.

Tanzimat şairleri ile yazarlarının hemen hepsi gazetecilik, dergicilikle ilgilidirler. «Umum tarafından anlaşılmakla» amaçları burdan gelmektedir. Edebiyat dergilerinin çıkışı gazetelerden sonra geldiği için, ilk edebiyatla ilgili yazılar gazetelerle yayımlanır. Bu yüzden; Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ahmet Vefik Paşa, Ebüzziya Tevfik, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem... gazetecilikle edebiyatı kaynaştırırlar.

NAMIK KEMAL

Namık Kemal 1840 yılında, Tekirdağ'da doğdu. Babası Mustafa Asım Bey, Sultan İkinci Abdülhamit'in müneccimbaşıydı. Namık Kemal, büyükbabası Abdüllatif Paşa tarafından büyütüldü. Abdüllatif Paşa memur olduğu için Namık Kemal'de onunla birlikte Anadolu ve Rumeli'de bulundu. Bu yüzden sürekli ve tam bir öğrenim göremedi. Dedesinin Kars Kaymakamlığı sırasında, Şeyh Vaizzade Mehmet Hamit Efendi'den, tasavvuf ve edebiyat dersleri aldı. Abdüllatif Paşa'nın son görev yeri olan Sofya'da bir yandan Fransızca, Arapça ve Farsça dersleri alırken bir yandan da divan edebiyatı yolunda şiirler yazmaya başladı. Şair binbaşı Eşref Paşa kendisine Namık mahlasını verdi.

Namık Kemal, Niş Kadısı Mustafa Ragıp Efendi'nin kızı Nesime Hanım ile evlendi. Dedesinin 1856'da görevinden ayrılması üzerine İstanbul'a döndü. Burada Leskofçalı Galib, Yenişehirli Avni, Hersekli Arif Hikmet gibi şairlerin toplantılarına katılmaya başladı. Bab-ı Ali Tercüme odasına memur oldu. Encümeni Şuara'ya girdi. Leskofçalı Galip'ten şiir ve tasavvuf ile bazı toplumsal fikir ve davranışlar konusunda etkilendi. Şinasi ile tanışınca onun etkisinde kalarak, batı edebiyatına ve kültürüne yakın ilgi duydu. Şinasi'nin çıkardığı, Tasviri Efkar Gazetesinde yazmaya başladı. Şinasi'nin 1865 yılında Paris'e kaçması üzerine, gazetenin yayınını tek başına sürdürdü. Bu dönemde genellikle sosyal konularda yazdığı yazılarıyla dikkat çekti. Eğitim meselesi üzerinde durarak, kadınların da eğitim ve öğretimden yararlanmaları fikrini ileri sürdü.

İstibdat rejimi ile savaşmak üzere kurulan Yeni Osmanlılar Cemiyetine girdi ve bir yandan da hükümetin tutumunu eleştiren yazılar yazmaya başladı. Hükümet, siyasetine aykırı düşen gazetelerin bu yolda yazı yazmalarını yasakladı ve bazı gazeteleri kapattı. Namık Kemal'de 1867 yılında Erzurum vali muavinliğine tayin edildi. Fakat hükümetle arası açılmış olan Mısır Valisi Mustafa Fazıl Paşa'nın çağrısı üzerine, arkadaşı Ziya Paşa ile Paris'e kaçtı. Bir süre sonra da Londra'ya geçti. Mustafa Fazıl Paşa İstanbul'a dönme izni alınca arkadaşlarına maaş bağladı ve Londra'da cemiyet adına bir dergi çıkarılması için sermaye bıraktı ve bu sermaye ile Ali Suavi'nin yönetiminde Muhbir gazetesi çıkarılmaya başlandı (31 Ağustos 1867). Namık Kemal ve Ziya Paşa, Ali Suavi ile anlaşamadılar. Namık Kemal, yine Londra'da Hürriyet gazetesini çıkarmaya başladı (28 Haziran 1868).
Namık Kemal kalebentlikle Magosa'ya sürüldü. Sultan Beşinci Murat'ın tahta çıkışından sonra, ancak 1876 yılında İstanbul'a dönebildi. Bir süre sonra Sakız mutasarrıfı oldu (1887) ve burada öldü (1888). Mezarı Gelibolu'dadır.

ZİYA PAŞA
Yarab ne eksilirdi derya-yı izzetinden
Peymane-yi vücude zahr-ab dolmasaydı
Azade-ser olurdum asib-i derd ü gamden
Ya dehre gelmeseydim ya aklım olmasaydı

Tanzimat edebiyatımızın en seçkin şair ve yazarlarından biri, İstanbul’da Kandilli’de doğdu. Soyu Erzurum’lu olan, gümrük memuru Feridüddin Efendi’nin oğludur. İlk öğrenimini bir süre mahalle mektebinde yaptıktan sonra, Beyazıt rüştiyesinde okudu. Sadaret Kalemi’ne memur oldu (1842). Zeki, kabiliyetli bir genç olmasına rağmen, derbeder bir yaşantısı vardı. Divan edebiyatı yolunda şiirler yazıyordu. Reşit Paşa, onu saraya katip olarak yerleştirdi (1855). Saray memurluğunda düzenli hayata alıştı; Fransızca öğrendi. Ali Paşa’nın sadrazam olması ile saraydan uzaklaştırıldı; sırası ile Zaptiye Müşteşarı, Atina elçisi, paşa rütbesi ile Kıbrıs, Amasya mutasarrıfı, Meclis-i Vala azası oldu.

Amacı, memlekette meşrutiyet idaresini kurmak olan «Yeni Osmanlılar Cemiyeti»ne girdi. Namık Kemal’le birlikte Paris’e kaçtı (1867). Londra’ya geçerek Namık Kemal’le «Hürriyet» gazetesini çıkardı (1868). İstanbul’a dönünceye kadar Cenevre’de oturdu (1871). Abdülaziz tahttan indirilince Maarif Müşteşarı oldu (1876). Kanuni-i Esasi Encümeni azalığına seçildi; II. Abdülhamit, İstanbul’da kalmasından kuşkulandığı için vezirlik rütbesiyle Suriye, Konya ve Adana valiliklerinde bulundu. Adana’da öldü (17 Mayıs); mezarı oradadır.

Ziya Paşa, biçimde eskiye bağlı kalmasına rağmen, özde yeni bir niteliğe yöneldi. Aşk, şarap, zevk temalarını işleyen gazel, terkib-i bent, terci-i bent, gibi eski nazım şekillerini toplumu uyandıran, kötülükler çare arayan, duygularla düşünceleri aydınlatan birer araç haline getirdi. Zıtlıklar, çelişmeler içerisinde olmakla beraber, Şinasi ile başlayan yeni sanat ve dil görüşlerimize bağlı kalmaya çalıştı. Nesri de şiiri gibi, sağlam yapılı, zamanına göre oldukça sadedir. «Hikmetli»li bir yapısı vardır; bunlarda bireysel gerçeklerle toplumsal dertleri kudretle yansıtır.

Ziya Paşa; şiir, makale, antoloji, edebiyat tarihi türlerinde eserler yazmış; birçok çeviriler yapmıştır. Zafername(1868), Harabat (3cilt, 1874), Eş’ar-ı Ziya (1881), Endülüs Tarihi (2 cilt, 1859-1888), Mukaddeme-i Harabat(1893)

ABDULHAK HAMİT

2 Ocak 1852 günü İstanbul'da doğdu. Hekimbaşı Abdülhak Molla’nın torunu, tanınmış tarihçi ve Tahran büyükelçisi. Hayrullah Efendi'nin oğluydu. Bir yandan mahalle mektebine ve rüştiyeye giderken, bir yandan da Yanyalı Tahsin Hoca ile Edremitli Bahaeddin Efendi'den özel dersler aldı. 1862'de, 10 yaşındayken ağabeyi Nasuhi Bey ile birlikte Paris'te bulunan babasının yanına gitti ve bir süre orada okuduktan sonra 1864'te İstanbul'a döndü. Yaşının küçüklüğüne karşın Babiali Tercüme Odası'nda çalıştı. Bir yıl sonra, Tahran Büyükelçiliğine atanan babasıyla birlikte İran'a gitti. Orada Farsça öğrendi. Babasının ölümü üzerine İstanbul'a dönerek, 1867'de Maliye Mühimme Kalemi'ne girdi. Şura-yi Devlet ve Sadaret kalemlerinde çalıştı. 1871'de Fatma Hanım'la evlendi. 1876'da Paris Büyükelçiliği ikinci katipliğine getirildi. 1878'de Paris'te yayımlanan, Nesteren adlı oyununda halkın zalim bir hükümdara başkaldırmasını anlatmasından rahatsız olan II. Abdülhamit'in emriyle görevden alındı. 1881'de Gürcistan'da Poti, 1882'de Yunanistan'da Golos, 1883'te Bombay başkonsolosluguna atandi. Bombay'dan gemiyle İstanbul'a dönerken uğradıkları Beyrut'ta eşi Fatma Hanım öldü (1885) ve orada gömüldü.

İstanbul'un itilaf devletlerince işgali üzerine Viyana'ya gitti (1920). ). Burada büyük maddi sıkıntı içinde yaşadı. Daha sonra Ankara Hükümeti'nce yurda dönmesi sağlandı. 1928'de İstanbul milletvekili olarak TBMM'ye girdi; bu görevi ölümüne değin sürdü. Abdülhak Hamit şiir yazmaya 1870'lerde başladı. Bu dönemde Ebüzziya Tevfik, Recaizade Mahmut Ekrem, Namık Kemal gibi Tanzimat döneminin yeni edebiyatçıları arasında yer aldı. Gerek yabancı dil bilmesinin, gerekse yurtdışındaki görevlerinin sağladığı olanaklarla Batı edebiyatının Shakespeare, Corneille ve Racine gibi yazarlarını yakından tanıdı ve yapıtlarının etkisinde kaldı.

Dize ve uyak düzenlerinde değişiklikler yaptı, heceye önem verdi. Divan şiirindeki belirli konuların sınırını aşmaya çaba gösterdi. Tema olarak günlük yaşamı, doğa ve insan ilişkilerini de işledi. Lirik, epik ve felsefi şiirler yazdı. Tiyatro alanında Namik Kemal'in, daha sonra Batili yazarların oyunlarını örnek aldı
Abdülhak Hamit, 12 Nisan 1937'de İstanbul'da öldü.

Önemli Yapıtları; "Ölü" (1886), "Hacle" (1886), "Bir Sefilenin Hasbıhali" (1886), "Bâlâ'dan Bir Ses" (1911),
"Validem" (1913), "İlham-ı Vatan" (1918), "Tayfalar Geçidi" (1919), "Ruhlar" (1922), "Garam"ı yazdı (1923). Oyunları, "İçli Kız" (1874), "Sabr ü Sebat" (1875).

YENİLEŞME EDEBİYATIMIZ

Tanzimat edebiyatımız Yahya Kemal’in deyimiyle «Yenileşme Edebiyatımız » veya « Yenileşme Dönemi Edebiyatımız » dır. Tanzimat edebiyatı ile; topluma yeni bir duyuş ,düşünüş ve anlatış tarzı yeni bir dünya, insan anlayışı gelmiş; bütün edebiyatımız boyunca önemsenmemiş bulunan nesir dönemi başlamıştır. Avrupa düşünüş sistemi Tanzimat’la memlekete yayılmış. Şiir toplumun görevinde bir araç olarak kullanılmıştır.

Tanzimat Edebiyatında görülen biçim değişmeleri «öz»ün değişmesinden doğar. Batı uygarlığından alınan yeni duyuş ve görüşler, divan edebiyatının biçimleriyle anlatılmazdı.Şinasi , Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Tevfik Fikret yeni özü, yeni biçimlerini geliştirmek zorunluğu içinde kaldı.

Tanzimat Edebiyatının genel niteliklerini şöyle toplayabiliriz: Edebiyatımıza, o zaman kadar bulunmayan hikaye, roman, tiyatro, makale, fıkra, hatıra, eleştirİ gibi yeni türler girer. Günlük yaşam izlenimleri bir araya getirilir. Nesir ile nazımda konu alanı genişler. Halka halk diliyle hitap etmek düşüncesi uyanır. Sade dil ile halk diline önem verilir. Eski edebiyat yıkılarak yerine toplumu ilgilendiren edebiyat getirilir. Vatan, millet, hürriyet, halk sevgisi işlenir. Çeviri edebiyatı, gazetecilik bu dönemde görülür.

TANZİMAT KAYNAKLARI

Tanzimat Edebiyatı; yerli kaynaklardan beslenmekle kalmaz , Batı’dan özellikle Fransız Edebiyatı’ndan genişçe yararlanılır. Bunun nedeni, XVIII. yüzyılda Fransız Uygarlığının İspanya ,İtalya ve İngiltere’yi etki altına almak evrensel bir düzeyi varmış olmasıdır. O yüzyılda Amerika dahil pek çok ülke, bilim,felsefe ve edebiyat akımlarının etkisindedir.

Fransa’da XIX. yüzyılının ilk yarısında ilköğretim başlar ve kitapların baskıları çoğalır. Gazeteler önem kazanır. Gazetenin basımının gelişmesi okurlarının çoğalmasını sağlar. Pozitif bilimlerde eskiye göre daha verimli olmasını sağlar. Buhar makinelerinin uyguladığı endüstri bölümleri eskiye göre daha verimli olur.

Fatih’in İtalyan ressamı Bellini’ye resmini yaptırması, çoğrafya eserlerinin Avrupa’yı bize iyice tanıtması, Katip Çelebi’nin «Cihan-nüma»sı, XVII. yüzyıldan sonra Avrupa’ya gönderilen elçi Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet’in « Paris Sefaretnamesi» Avrupa kültürünü bize getirmekte çok büyük rol oynamıştı.

Yorum Gönder

0 Yorumlar