İstanbulun gezilecek yerleri nelerdir, İstanbul'un doğal güzelliği, İstanbulun tarihi mekanları nelerdir

İSTANBUL MESİRE YERLERİ: istanbul, doğal yapısının zenginliğiyle, yararlanmak isteyenlere çeşitli olanaklar sunmaktadır. İlde, değişik özellikler gösteren uzun bir kıyı şeridine, zengin bitki örtüsünün değerlendirilmesiyle oluşan korulara, sayıları giderek azalsa da açık yeşil alanlara, çeşitli su varlıkları yöresinde oluşmuş mesire yerlerine sık sık rastlanmaktadır.

Geniş bir alana yayılan İstanbul mesireleri iki ayrı yakada olma özellikleri göz önüne alınarak “Avrupa Yakası Mesireleri” ve “Anadolu Yakası Mesireleri” olmak üzere iki ayrı başlıkta incelenecektir.


ANADOLU YAKASI MESİRELERİ: İstanbul’un Anadolu yakası mesireleri daha çok Boğaz yöresinde ve Boğaz’ı çevreleyen sırtların doğusundaki yeşil alanlarda toplanmıştır. Boğaz’ın kuzeyinden başlanarak değerlendirildiğinde ilk beliren merkez İstanbul’un önemli dinlence alanlarından biri olan Beykoz yöresidir.

Beykoz Yöresi: Çok eski dönemlerde kurulan ve kurulduğundan bu yana Boğaziçi’ nin en önemli iskelelerinden biri olan Beykoz, İstanbul’da bitki örtüsünün en sık ve zengin olduğu yörelerdendir. Kuzeyde Karadeniz kıyısındaki Riva’dan, güneyde Paşabahçe’ye kadar uzanan bir alan, hemen tümüyle bir mesire yeri olma özelliğindedir. Bu geniş alan içinde isimlendirilebilecek çok sayıda özel nokta bulunmaktadır.

Beykoz Körfezi ve çevresi bu noktaların başlıcalanndandır. Körfez kıyısındaki gazinolarla lokantalar boğaz görüntülerine hâkim olma özellikleri, özgün yemekleri ve gelenekleri ile İstanbulluların ilgi merkezlerindendir. Beykoz Körfezi’nde kayık kiralana-bilmekte, denize girilebilmektedir. Hemen kıyıya kadar inen Beykoz sırtları da yemyeşil ağaçlarla kaplıdır. Güzel manzaralı bu yeşil alanlar içinde lokanta ve gazinolarla çevreleri de halk tarafından mesire amacıyla kullanılmaktadır.

Beykoz’un 2 km kuzeyindeki Yalıköy ile aynı yörede bulunan Hünkâr İskelesi güzel limanlar oluşturan koyları ve kıyı şeritleriyle adları anılmaya değer yörelerdendir. Benzer özellikleri olmasına karşın askeri bölge içinde olduğundan halkın kullanımına kapalı olan Sütlüce de koyu ve yeşil alanlarıyla İstanbul’un doğal güzellikleri arasında sayılmaktadır.

Beykoz’un 3 km kuzeyindeki Kaymak-donduran adlı dinlenme yeri de doğal değerlerce zengin bir alandır. İçinde yöreye adını veren çok soğuk bir su kaynağı da bulunan koru, ıhlamur, kestane ve meşe ağaçlarıyla çevrilidir. Günlük kapasitesi 1.500 kişi olan mesirede büfe,masa-bank,ocak, tuvalet gibi tesisler bulunmaktadır.

Beykoz çevresinde yer alan bir başka mesire yeri de Beykoz Çayırı’dır. Yalıköy’ ün arkasındaki bu çok geniş çayır, ağaçlarla çevrilidir. Fatih’in av alanı olarak kullandığı, IV. Murad’ın cirit oynadığı, Sultan Se-lim’in ok talimleri yaptığı bu tarihi alanda, bugün de spor etkinliklerinde bulunulabil-mektedir. Çayır ile deniz arasındaki tepecikte, 200 dönümlük bir bahçe içinde Beykoz Kasrı bulunmaktadır. Kasrın bahçesi, doğal güzellikler arasında belirtilmesini gerektirecek bir özelliğe sahiptir. Çok iyi düzenlenmiş koruluğun içinde ender rastlanan ağaç türleri bulunmaktadır. Korunun ilgi çekici bir başka özelliği de ağaçlar arasındaki yapay mağarasıdır. Eskiden hamam olarak kullanılan bu mağaranın duvarları istiridye ka-buklarıyla kaplı olup, tepedeki bir delikten giren ışık bu kabuklarda yansıyarak olağanüstü bir görünüm yaratmaktadır.

Boğaziçi’nin Çamlıca Tepesi’nden sonra en yüksek noktası olan Yuşa Tepesi de Beykoz yöresindedir. Hem yüksek hemde kıyıya yakın olması nedeniyle çok geniş görüş alanı olan tepede, Yuşa Peygamberin olduğu söylenen bir mezar bulunmaktadır. Mezarın boyunun çok uzun olması nedeniyle tepeye, kimi kaynaklarda Devler Tepesi de denilmektedir. Bir kır kahvesi de bulunan tepenin eteklerinde, istanbul’un fethinden sonra ilk imar edilen bahçe olan Tokat Bahçesi bulunmaktadır. İçinde bir de köşkün bulunduğu bahçenin çevresi daha sonra Macar Bahçesi adıyla bilinen bir mesireye dönüşmüştür.

Beykoz yöresindeki ünlü tarihi mesirelerden biri de Sultaniye Mesiresi’dir. Başta ulu çınarlar olmak üzere, çeşitli ağaçların oluşturduğu korular içindeki bu mesire yeri, Osmanlılar Dönemi’nde padişahların ok talimleri yaptıkları bir yer olarak da özellik taşımaktadır. Bu mesirenin yakınlarındaki Gümüşsüyü adlı kaynak Boğaziçi’nin en iyi nitelikli sularındandır.

Beykoz’a iki saat uzaklıkta, Tokat De-resi’nin güneydoğusundaki yemyeşil bir vadinin içinde bulunan Dereseki ve Akbaba köyleri de mesire yeri olarak kullanılan yörelerdir. Çevredeki ünlü meyve bahçeleri, korular ve iyi nitelikli içme suları yörenin özelliklerini oluşturmaktadır. Özellikle De-reseki’nin güneydoğusunda, 200 m yükseklikte, kavak ve meşe ağaçlarının çoğunlukta olduğu Karakulak Koruluğu önemlidir. Koruluğun içinde aynı adı taşıyan bir de kaynak bulunmaktadır. Bunun dışında yörede bulunan Al-i Bahadır, Koyun Korusu ve Alemdağ gibi yerler de diğer önemli mesirelerdir. Alemdağ’da bulunan su kaynakları bu yörenin daha çok tanınmasına yol açmıştır. Bu kaynaklardan biri ünlü Taşde-len Suyu’dur. Bileşiminde bulunan fosforik asit nedeniyle mideye ve böbrek hastalıklarına yararlı olan bu suyun çevresinde, masa-bank,ocak,tuvalet gibi tesisler bulunmaktadır. Mesire yerinin kapasitesi günde 1.000 kişi dolayındadır. Çevrede bulunan eski Ahmet Mithat Paşa Çiftliği’nden kaynayan Sırmakeş Suyu da İstanbul’un bilinen önemli kaynaklarındandır.

İstanbul Şile yolunun 8. km’sinde, Alemdağ yakınlarında bulunan Ömerli Baraj Gölü’nün çevresi de çok büyük önem taşımamasına karşın zaman zaman kullanılan bir mesire yeridir.

Beykoz yöresinde, mesire yeri niteliği taşıyan doğal güzellikler içinde en önemlilerinden biri Abraham Paşa Korusu’dur. Çok geniş bir alana yayılan bu koru, İstanbul mesireleri içinde gerek tarihi, gerek doğal değerlere sahip olma özelliğiyle çok yönlü önem taşımaktadır (Bak. istanbul’un Ünlü Koru ve Parkları).

Beykoz’un kuzeyinde bulunan Anadolu Kavağı da mesire yerleri arasında sayılması gereken bir isimdir. Denizcilik Bankası’nın Boğaz gezisi yapan vapurlarının son durağı olan bu yerleşim, kıyı gazinoları, yeşil alanları, deniz sporları yapma olanaktan olan bir yöredir. Anadolu Kavağı’na Beykoz’dan otobüs de işlemektedir.

Polonezköy: İstanbul’un Asya yakasındaki ünlü mesirelerinden biri de Polonezköy’dür. Beykoz’dan kalkan dolmuşlarla ya da özel taşıtlarla ulaşılan köy, doğal güzelliğinin yanı sıra halkının özellikleriyle de tanınmaktadır.

1846′da ülkesinin işgale uğraması üzerine Polonya’yı terk eden Prens Kartarinsky, Osmanlı Devleti’nin kendisine verdiği bu yöreye adamlarıyla birlikte yerleşerek küçük bir koloni kurmuştu. Kendi özelliklerini ve geleneklerini koruyarak yaşamlarını sürdüren yöre halkı, çevreyi kendi anlayışlarına göre düzenlemiş, özgün tarzlı evleriyle Polo-nezköy’ü yaratmışlardı.

Daha sonra Padişah Abdülmecid’in, yöre halkına, tarımsal etkinliklerinin vergiden muaf bırakılması imtiyazını tanımasıyla Polonezköy’e iyice yerleşen Polonyalılar, ülkelerine dönmemişlerdi.

Günümüzde Polonezköy bir mesire-say-fiye yeri olarak önemli işlevler görmektedir. Köyü çevreleyen alan, çeşitli mevsimlerde, bakımlı ve verimli doğanın insan için sağlayacağı olanakları bütünüyle sunmaktadır. Yeşil alanlarda yürüyüşler yapılabilmekte, köyden kiralanan binek hayvanlarıyla turlar düzenlenebilmektedir. Köyün yakınında bulunan, içinde tesis olmayan küçük bir orman, piknik yeri işlevini görmektedir.

Özellikle haziran ayı, kiraz mevsimi olması nedeniyle Polonezköy’ün en çok ilgi gören mevsimidir. Kış mevsiminde yöre, kar örtüsü altındaki doğasıyla ve av olanaklarıyla bir başka özellik kazanmaktadır.

Köyün ilgi merkezi olmasının bir başka nedeni de Polonezköylüler’in geleneksel konukseverlikleridir. Günübirlik ya da belli sürelerle kiralanabilen köy evlerinde, tam pansiyon hizmet verilmektedir.

Giderek ortadan kalkmakla beraber özgün Polonya yemeklerinin de yenebildiği Polonezköy tereyağı, peynir ve yoğurt gibi süt ürünleri ile de ün kazanmıştır.

Polonezköy yakın dönemde kimi özelliklerini yitirmeye başlamıştır. İlk kuranlarının çoğu yurt dışına göçmüş, evler Türkler tarafından satın alınmış, özgün mimari özellikleri ortadan kalkmaya başlamış, sessizlik ve sükûnet yerini kalabalık ve gürültüye bırakmıştır.

Sürecin kendisini tamamlaması halinde, ge’ecek kuşaklara yöre özelliklerinden çok şeyin aktarılamayacağı kesindir.

Paşabahçe-Üsküdar Yöresi: Beykoz’un güneyinde yer alan Paşabahçe yöresi,Boğaz manzaraları ve yeşil alanlarıyla ilgi çekmektedir. Yöre tarihte incir bahçeleriyle ün kazanmış İneirköy Mesiresi’ni de kapsamaktadır.

Paşabahçe’nin güneyinde Çubuklu Köyü bulunmaktadır. Çubuklu Bahçe denen tarihi bir mesirenin bulunduğu semtin yaslandığı sırtlar yemyeşil bir bitki örtüsü ve korularla kaplıdır. Tepede Mısır Hidivi Abbas Hilmi Paşa’nın köşkü bulunmaktadır. Köşkün çevresini saran 19 ha, koru eskiden bülbül-leriyle ün kazanmıştı. Bugün köşk ve çevresi belediyeye devredilmiş durumdadır. Halka açık olmakla birlikte sosyal ve turistik amaçlara hizmet edebilecek bir donanıma sahip değild’r.

Boğaz boyunca daha güneyde, bir başka mesire ve sayfiye yeri olarak Kanlıca Körfezi bulunmaktadır. Türkler’in Boğaziçi’ne sahip oldukları ilk günlerden beri kalabalık ve bayındır bir yer olan Kanlıca, tarihi mesi-releriyle ünlüdür. Fıstıklı Yokuşu’ndan körfeze inen sahada, padişahların da kullandıkları eski Mihrabad Mesiresi bulunmaktadır.

Fıstık, selvi ve çınar ağaçlarıyla kaplı 23 ha alanı olan bu mesireden ünlü Göztepe Suyu çıkmaktadır. Bugün bakımsız durumdaki bu korudan başka Kanlıca yöresinde Kavacık, Saffet Paşa Bağı ve Yazıcı Çiftliği mesireleri de bulunmaktadır. Bunların en önemlisi olan Kavacık, tepede, içinde iyi bir suyu, havuzu ve çeşmesi bulunan, halkın çok kullandığı eski bir çiftliktir.

Kanlıca Körfezi de, kıyı boyunca yerleşik gazinoları, kahveleri ile başlıbaşına bir dinlence alanı oluşturmaktadır. Çayı, sütü ve yoğurduyla ünlü olan bu kahveler İstanbullular tarafından en çok kullanılan dinlenme yerlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır.

Kanhca’nın güneyindeki Anadoluhisarı yöresi de kıyı kahveleri ve Hisariçi ile sık gezilen yerlerdendir. Bu yöredeki Göksu ve Küçüksu derelerinin çevreleri İstanbul’un tarihi mesirelerindendir.Geniş bir yeşil alan olan Küçüksu Çayırı, İstanbul’da çok bilinen ve tatil günlerinde büyük kalabalıklar tarafından kullanılan bir alandır. Bu mesireler eski İstanbul’un mesireleri içinde en çok ilgi toplayanlardandı. Özellikle cuma günü yapılan Göksu âlemleri çok kalabalık olurdu. Göksu Deresi’nin 1 km içine kadar kayıklarla girilir, Göksu Çayırı, Küçüksu Çayırı, Baruthane Çayırı atlarla, arabalarla ya da yaya olarak gezilirdi.

Ancak, bugün bu yöreler İstanbul’un artık sahip olmadığı değerler arasındadır. Kötü kullanım, sanayileşme ve kentleşme gibi etkilerle giderek alanları daralan ve yoğun bir çevre kirliliğinin etkisinde kalan bu tarihi mesireler yok olup gitmişlerdir.

Anadoluhisan’ndan sonra sırasıyla Kandilli, Vaniköy, Kuleli, Çengelköy, Beylerbeyi ve Kuzguncuk yöreleri gelmektedir. Bu yöreler bugün daha çok kent içinde kalmışlarsa da yine de kıyı boyunca uzanan yalıları, yer yer yeşil alanları ve Boğaz manzaralı kıyı kahveleri ile İstanbullular için gezinti alanları oluşturan merkezlerdir.

Eskiden bunlardan Kandilli’de, Evliya Çelebi’nin Bağ-ı İrem, Bağ-ı Cenan olarak vasıflandırdığı kasırlarla süslü Kandilli has bahçesi, dik yeşillik bir yamaca yaslanan Vaniköy’de Papaz Korusu denilen bir mesire, Kuleli yöresinde de Kule Bahçesi denilen bir has bahçe bulunmaktaydı.

Kuleli’den sonra gelen Çengelköy Koyu da Boğaz’ın ilginç noktalarındandır. Çiçek-likleriyle ünlü Çengelköy’ün Beylerbeyi ile sınırını oluşturan Havuzbaşı Vadisi, yörenin bellibaşlı mesiresidir. Eski bahçeler arasında bulunan İstavroz Bahçesi’nin bulunduğu Beylerbeyi’nde ise Beylerbeyi Sarayı ile arkasındaki yeşil yamaçlar ilgi çekmektedir. Kuzguncuk yöresi de Boğaz manzaralı kıyı kahveleri ve meyhaneleriyle ünlüdür.


Çamlıca Tepeleri: İstanbul’un en eski mesirelerinden olan Çamlıca tepeleri, bugünde çok bilinen ve değerlendirilen dinlence alanlarından biridir.

İstanbul çevresindeki en yüksek noktalardan biri olan Büyük Çamlıca Tepesi (261 m), kuşkusuz İstanbul’u en güzel anlatan noktadır. Temiz havalarda Boğaz’ın iki yakasını, Anadolu sahillerini, Adaları ve tüm Marmara’yı görebilme olanağı bulunmaktadır. Özellikle gün batışı anında, İstanbul’un Avrupa yakasının profili güzel bir görüntü sergilemektedir.

Tepede Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu tarafından özgün üslubunda düzenlenmiş bir kahvehane ile üzerinde henüz tamamlanmamış bir döner lokanta bulunan televizyon kulesi bulunmaktadır.

Tepenin, eskiden çevresinde bulunan çam ağaçlarından aldığı adla anılan suyu da ünlüdür. Bugün artık güneyindeki küçük bir çamlık sayılmazsa çıplak sayılabilecek tepeye, Üsküdar ya da Kadıköy’den otobüs veya dolmuşlarla çıkılabilmektedir.

Büyük Çamlıca’nın hemen yanında daha alçak olan Küçük Çamlıca Tepesi vardır. Büyük Çamlıca’ya giden yol üstünde Kısık-lı’dan sağa dönülerek ulaşılan, park görünümlü bir alan içinde, bir çay bahçesi de bulunan Küçük Çamlıca Tepesi, Büyük Çamlıca’ya oranla daha az kullanılmaktadır.

Kadıköy-Bostancı Yöresi: Boğaz’ın Marmara’ya açıldığı noktada, Haydarpaşa semtiyle başlayarak Marmara kıyısı boyunca Kadıköy, Feneryolu, Moda, Kalamış, Erenköy,Göztepe,Caddebostan, Suadiye ve Bostancı semtlerini kapsayan bu bölge,bugün tamamen konut alanı haline gelmiş, doğal değerlerinin hemen tümünü yitirmiş ve kirlenmiştir. Artık bu yörede kimi gezinti alanları, küçük parklar ve deniz kenarındaki gazino ya da çay bahçelerinin dışında sayılabilecek önemli dinlence alanları bulunmamaktadır.

Ünlü Kuşdili Çayırı, Haydarpaşa Çayırı, Yoğurtçu Parkı, Moda Çayırı, Kalamış, Moda ve Fenerbahçe koyları yörenin bugüne ancak adları ulaşan tarihi mesireleridir.

Moda Çayırı ve çevresindeki bağlar yok olmuş ve küçük bir çocuk parkına dönüşmüştür. Ünlü Kuşdili Çayın’ndan ise bugüne küçük bir açık alan kalmıştır. Bir zamanların sandal gezilerinin yapıldığı Kur-bağalıdere’nin hedef olduğu yoğun bir çevre kirliliği, gerek bu alanı gerek nispeten daha yeşil bir alan olarak kalıp, Yoğurtçu Parkı’ na dönüşen Yoğurtçu Çayırı’nı değerlendirilemez hale getirmiştir. Haydarpaşa Çayırı ise Haydarpaşa Istasyonu’nun alanında kalarak demiryolu sahasına dönüşmüştür.

Kalamış, Moda ve Fenerbahçe koyları da kıyılarına kadar inen dev taş konutların arasında kalmış, yoğun bir çevre kirlenmesine hedef olarak doğal olanaklarını hemen tümüyle yitirmiştir.

Kalamış Koyu çevresinde son zamanlarda belediyece yapılan çalışmalarla, kimi açık ve yeşil alanlar yaratılmaya çalışılmaktadır. Fenerbahçe Burnu’ndaki park ve sahil yolu çevre düzenlemesi bu arada sayılabilir.

Aydos Yöresi: İstanbul’un doğal değerleri ile tarihsel değerlerinin iç içe geçtiği bir başka önemli yer de, Aydos Dağı ve yöresi-dir. Samandra, Aydos Tepesi ve Yakacık yörenin önemli noktalarıdır.

Bu noktalar içinde en kuzeyde olanı Samandra’dır. Ankara asfaltından Yakacık çıkışında ayrılıp 9 km kuzeye gidilerek ulaşılan Samandra’ya, Üsküdar’dan dolmuş da bulunmaktadır.

Tarihi adı Damatrys olan Samandra’nın bu ismi, Tarım Tanrıçası Demeter’den kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yöre, bu ada uygun yemyeşil, geniş alanlarla çevrilidir. Gerek Bizanslılar, gerekse Osmanlılar tarafından av alanı olarak kullanılan ormanlarla çevrili Samandra yöresinde, şimdilerde bu olanak bulunmamaktaysa da yine de yörede sessizlik ve temiz hava egemendir.

Samandra yakınındaki Kayışdağ’da doğal değerlerin yanı sıra, manastır ve dağın güney yamacındaki kale gibi Bizanslılar’dan kalma tarihi değerler görülebilmektedir.

Samandra’nın güneyinde Aydos yöresi bulunmaktadır. Doğrudan dolmuş ya da otobüsün işlemediği Aydos Dağı’na özel araçlarla ulaşılabilmektedir. Tepeye Yakacık’tan 1,5 saatlik, Sultanbeyli’den yarım saatlik bir yürüyüşle çıkılabilmektedir.

Alçak bir tepenin üstünde, taraçalar halinde yükselen kayalık bir yapısı olan ve Marmara yöresinin yüksek tepelerinden olan Aydos Tepesi’nde (537 m), güzel bir manzarayla tarihi değerlerin beraberce oluşturdukları az rastlanır bir ortam bulunmaktadır. Aydos Tepesi zengin bir manzaraya sahiptir. Kuzeyde yeşil alanlar güneyde ise Adalar ve Marmara görülebilmektedir. Özellikle mayıs ayında lavanta çiçeklerinin açtığı günler yörenin en güzel dönemidir.

Daha güneydeki Yakacık’a ulaşım kolaydır. Ankara asfaltı üzerinde, Boğaz Köprüsü’nün Asya ucundan, 23 km mesafedeki Yakacık’a Kadıköy-Yakacık otobüsleriyle gidilebilmektedir. Kadıköy-Pendik dolmuşları da Yakacık’tan geçmektedir. Çay bahçeleri ve şifalı menba suyuyla ünlü olan yöre, Marmara Denizi’nin güzel bir görüntüsüyle de manzara olanakları sunmaktadır.

AVRUPA YAKASI MESİRELERİ: İstanbul’un Avrupa yakası da Asya yakası gibi doğal değerler bakımından son derece zengindir. Bu yakada da mesire yerlerinin çoğ u Boğ az v e çev res inde yer almakt adır.

Sarıyer Yöresi: Kuzeyde Rumeli Kavağı’ndan, daha güneyde Büyükdere’ye kadar olan kesimi kapsayan Sarıyer yöresi, Anadolu yakasındaki Beykoz yöresi gibi çok zengin doğal değerlere sahiptir. En kuzeyde Rumeli Kavağı,kıyı lokantaları, plajları ve çay bahçeleriyle Boğaz boyu mesire yerlerinin en uç noktasını oluşturur. Rumeli Kavağı ve Sarıyer arası çok güzel manzaralı yemyeşil bir bölgedir. Deniz düzeyinden yukarda, denize paralel uzanan bir yol boyunca solda, yeşil alanlar ve kahveler,sağda ise Boğaz’ın Karadeniz’e çıkışına kadar olan bir alanı gören manzara seyir terasları bulunur.


Bu yol üzerindeki Tellibaba yoğun kullanımı olan bir yerdir. Tellibaba adlı bir yatırın bulunduğu bu noktada güzel manzaralı çay bahçeleri ve lokantalar bulunmaktadır.

Sarıyer Koyu ise balıkçı kahveleri, balık lokantaları ve meyhaneleri ile ünlüdür, özellikle yaz günlerinde serin havası ile İstanbullular’in yoğun ilgisini çeken bu yerleşimin, çevresi de çok sayıda mesire yeri ile doludur. Sarıyer-Kilyos yolu üzerindeki yüksek yeşil alanlar, et lokantaları, kır kahveleri, güzel manzaralarıyla îstanbullular’ca çok sık kullanılan mesire yerleri arasındadır. Yöredeki Çırçır ve Hünkâr suları tarihi değeri de olan mesirelerdir. Hünkâr Suyu, Çırçır’ın karşısında ve daha yüksektedir. Sindirim sistemine yararlı nitelikleri olan her iki suyun çevresi, ağaçlıklı dağ manzaralarıyla çevrilidir. Sarıyer’den kolaylıkla ulaşılabilen mesire yerlerinde tesis olarak kır gazinoları bulunmaktadır.

Sarıyer’in güneyinde Büyükdere yöresindeki Fatih Ormanı ile buradan başlayarak bütün Sarıyer yöresinin batısını ve kuzeybatısını kaplayan Belgrat Ormanı, doğal değerler bakımından son derece zengin olan çok önemli mesire yerleridir. Yörede bu tür koruların dışında Bilezikçi Çiftliği gibi özel kuruluşlar da kimi zaman yeşil alanlarını halkın kullanımına açmaktadır.

Eskiden kimi Avrupa devletlerinin elçilerinin sayfiye yeri olarak da kullanılan Büyükdere yöresinde bu elçiliklerin büyük bahçeler içindeki köşkleri bulunmaktadır. Özellikle 30 dönümden büyük alanıyla Rus Elçiliği’nin korusu önemlice bir doğal zenginlik oluşturmaktadır. Tarihi değer taşıyan mesire yerlerinden olan Büyükdere Çayırlığı, eski özelliğini yitirmiş olsa da yörenin anılması gereken isimlerindendir. Büyükdere Çayırlığı bugün bir çayır olmaktan çok, yöreden geçen yolların kesiştiği geniş bir açık alan durumundadır.

Büyükdere-Emirgan Arası: Büyükdere’ den güneye doğru Boğaz kıyı şeridi boyunca sıralanan Kireçburnu, Tarabya, Yeniköy, tstinye ve Emirgan yöreleri, gerek çoğunlukla açık olan Boğaz kıyı şeridi nedeniyle, gerek yeşil alanlarıyla gerekse de kahveleri, gazinoları, meyhaneleriyle İstanbul’un en çok kullanılan gezinti yerlerindendir.

Doğal değerlerinin büyük çoğunluğunu yitirmiş olmasına karşın Tarabya Koyu ve çevresi, önemli bir dinlence merkezi niteliği taşımaktadır.

Lüks lokantalar ve gazinolarla çevrili koy, çok sayıda kotra ve tekneye sığınak görevi yapmaktadır. Bu çevrede de yabancı ülke sefirlerinin korular içindeki yazlıkları bulunmaktadır. Bunların içinde özellikle Fransız, Alman ve İngiliz konsolosluklarının 30 dönümden büyük bahçeleri ve koruları önem taşımaktadır.

İlk kez Sultan 2 . Selim’in dikkatini çeken yöreye padişah için bir kasır yaptırılmıştı. Bu kasrın çevresinde ağaç zenginlikleriyle dolu çok güzel bir bahçe bulunmaktaydı. Ancak bugün, yöredeki doğal değerler yok edilerek yerlerine lüks konutlar, uygun görünüşlü olmayan turistik tesisler ve oteller yapılmıştır.

Yeniköy ve istinye yöresi de sahil boyunca yer alan plajları, kahvehaneleri ve lokantalarıyla Boğaz’ın gezilmeye elverişli yerlerindendir. Istinye çok güzel bir koya sahiptir. Ancak, burada bulunan bir tersane bu koyu başka amaçlarla yararlanılmaya kapalı tutmaktadır.

Bu yörede bulunan eski Sait Halim Paşa Yalısı’nın 30 dönümden büyük bahçesi, korusu önemlice bir yeşil alan oluşturmaktadır.

Emirgan yöresi, Boğaz’ın en çok tanınan, gerek mesire gerekse gezinti amacıyla en çok kullanılan yerlerindendir. Asırlık çınarlar altındaki çay bahçeleriyle ünlü olan Emirgan, İstanbulluların yaz-kış yararlandıkları bir dinlence merkezidir.

Kıyıdaki çay bahçeleri ve Emirgan Parkı olarak bilinen Emirgan sırtlarını kaplayan yemyeşil korular, özellikle tatil günlerinde kapasitelerinin çok üstünde bir ilgiye hedef olmaktadır.

Belediye otobüsleri ya da dolmuşlarla kolaylıkla ulaşılabilen, girişin paralı olduğu Emirgan Parkı, İstanbul parklarının en önemlilerindendir.

Bebek Yöresi: Emirgan’ın güneyinde Rumelihisarı ve Bebek yöresi bulunmaktadır. Rumelihisarı çevresi de çay bahçeleri ve açık kıyı şeridiyle İstanbul’un gezinti yerlerinden birini oluşturmaktadır.

Bu noktadan Bebek’e kadar olan bölgede sahil yolundan başlayarak yükselen sırtlar, yeşil alanlar durumundadır. Hisar-üstü’nde Boğaziçi Üniversitesi’nin alanında, tarihi Bebek bahçelerinin diğer yerlere oranla yeşil kalabilmiş kalıntıları görülebilmektedir. Eskiden büyük ağaç zenginliklerini barındıran muazzam bahçeler bugün artık yerinde durmamaktadır. Bu sırtların Boğaziçi Üniversitesi’nin alanına girmeyen bölümü parsellenip satılarak yerlerini apartmanlara bırakmıştır.

Tevfik Fikret’in evi olan ve güzel bir doğal çevre içinde bulunan Aşiyan Müzesi ile Aşiyan Mezarlığı’nı da kapsayan bu yeşil sırtlarda, kişilere ait Ipar ve Kertel koruları bulunmaktadır.

Beşiktaş Yöresi: Bebek’ten kent merkezine doğru yaklaşıldıkça Arnavutköy, Kuruçeşme, Ortaköy ve Beşiktaş yerleşimleri yer almaktadır. Bu merkezlerden Kuruçeşme’ deki Şeyhülislam Cemalettin Efendi Korusu ile Ortaköy’deki Ortaköy Korusu nispeten büyücek yeşil alanlardır. Doğal güzelliği nedeniyle çok eskiden beri özel bir önem taşıyan Beşiktaş yöresi bugün daha çok bir iş merkezi görünümündedir. Ancak İstanbul’un en önemli parklarından tarihi değeri de olan Yıldız Parkı ve Korusu bu yörede yer almaktadır. Ortaköy-Beşiktaş arasını hemen tümüyle dolduran bu yeşil alan İstanbullular için birçok yönleriyle önem taşımaktadır (Bak. istanbul’un Ünlü Koru ve Parkları).

Beşiktaş’taki tarihi Yahya Efendi Mesiresi, bugün de küçük bir alan olarak varlığını korumaktadır. Yörede eski İstanbul’un önemli mesire yerlerinden biri olan Ihlamur Mesiresi’nin de kalıntıları bulunmaktadır. Osmanlı hükümdarlarının nişan talimleri yaptığı, elli yıl öncesine kadar değerlerini koruyabilmiş olan bu doğal zenginlikten bugün, çam, servi, çınar, ıhlamur ve meşe ağaçlarının arasındaki iki kasır ile odun-kömür depolarıyla işgal edilmiş gittikçe ölen bir yeşil alan kalmıştır.

Beşiktaş yöresinde Dolmabahçe Sarayı’nın arkasındaki sırtlardan başlayarak, Spor Sergi Sarayı’nın bulunduğu noktaya kadar yükselen bir yeşil alan olan Maçka Parkı da İstanbul’un çok gelinen gezinti yerlerindendir. Bu parkın, Bayıldım Caddesi’yle Beşiktaş arasında kalan bölümünde, kimi spor tesisleri bulunmakta olup genel kullanıma açık değildir. Bu bölümün sona erdiği yüksek noktada bulunan Maçka Taşlık Gazinosu, İstanbul’un çok bilinen yerlerindendir. Güzel bir manzaraya sahip olan bu nokta tatil günlerinde büyük kalabalıkları çekmektedir. Yörede gazinonun dışında, yeşil alanlara veBoğaz manzarasına hâkim teraslar bulunmaktadır. Bu terasların altındaki çam ağaçlarının çoğunlukta olduğu Maçka Parkı ve Koruluğu kolay ulaşılabilir olması nedeniyle de çok kullanılan bir dinlence alanıdır. Park çevresinde, çocuk parkları, havuzlar, lunapark, masa-bank, büfe gibi tesisler bulunmaktadır.

Taksim-Dolmabahce Yöresi: İstanbul’ un kent içinde kalan bu yöreleri önemli doğal olanaklara sahip değildir. Ancak, Dolmabahçe kıyılarındaki açık alanlar, olanaksızlıklar içindeki kentlilerce kullanılan nefes alma noktalan özelliği taşımaktadır. Tarihi iki sebil kahvesinin de bulunudğu bu çevre Boğaz’ın bir bölümünü gören, ancak bitki örtüsü bakımından iyice yoksul parklar durumundadır. Dolmabahçe’den başlayarak yükselen Taksim sırtları, küçük yeşil alanlar dışında tamamen yüksek binalarla çevrili bir iş merkezi görünümündedir. Bu binalar arasına sıkışmış tarihi Taksim Gezisi, bugün küçük bir park olarak varlığını sürdürmektedir. Taksim’den başlayıp Elmadağ’da biten bu parkta çeşitli ağaçlar, yeşil alanlar, banklar ve bir de çocuk bahçesi bulunmaktadır. Parktan Elmadağ yöresinde, Fransız Hastanesi’nin içinden, Taşkışla-Açık Hava Tiyatrosu yöresine çıkılmaktadır. Çok az ağaçlıklı, açık bir alan olan bu yöre daha çok Dolmabahçe’nin, Boğaz’ın ve yamaçlardaki yeşil alanın görüntüsüne hâkim büyücek bir manzara seyir terası durumundadır.

Taksim çevresinde biri Boğaz, diğeri Haliç manzaralı iki özel nokta daha bulunmaktadır. Bu noktalardan birincisi Cennet Bahçesi denilen teraslar halinde düzenlenmiş çok bilinen bir çay bahçesidir. İkinci nokta ise Tepebaşı kahveleridir. Cennet Bahçesi nispeten yeşil ortamıyla güzel bir Boğaz manzarası sunarken, Tepebaşı kahveleri, bugün ancak tarihi değer taşımakta, konuklarına Halic’in derbeder görüntüsünden başka bir olanak sağlayamamaktadır.

Haliç Yöresi: İstanbul’un tarihte kalmış doğal değerlerinin en önemlilerinden biri hiç kuşkusuz Haliç ve yöresidir. Halic’in Kâğıthane Deresi’yle birleştiği nokta ve Kâğıthane Deresi boyu, eski İstanbul’un çok ilgi gören mesirelerindendi. Eski kâğıt imalathanelerinin, un değirmenlerinin ve baruthanenin bulunduğu Kâğıthane yöresi, cirit oyunlarının, ok atışlarının ve yarışların düzenlendiği bir eğlence yeriydi.

En gözde mevsimi ilkbahar olan, Sadabad diye de bilinen Kâğıthane Mesiresi’nin lalelerle, çınar ve kavak ağaçlarıyla örtülü alanı, yapay çavlanların bulunduğu Çağlayan yöresine kadar uzanmaktaydı. En parlak devri III. Ahmed zamanı olan mesire yerinde bu dönemde Sadabad Kasrı, Çağlayan Köşkü, tmrahor Köşkü, Kâğıthane Köşkü, Koşu Köşkü, Çadır Köşkü gibi çok değerli eserler, kasırlar yapılmıştı.

Yoğun bir doğa kirlenmesiyle yok olan eski Kâğıthane Mesiresi, bugün tam bir harabedir. Yöredeki yapıtların çoğu II. Dünya Savaşı sırasında askeri tesislerin yapılabilmesi için yıkılmış, kalanı ise bakımsızlıktan çürümeye terk edilmiştir.

Eski özelliklerini yitirmekle birlikte, varlığını sürdüren ünlü Piyerloti Kahvesi de bu yörededir.

Eyüp sırtlarından Halic’e uzanan zengin bir manzaraya sahip bu tepe, Osmanlı Dönemi’nin son zamanlarıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok sık gidilen bir dinlence merkeziydi. Adını bir Fransız yazarından alan, bir zamanlar sanatçıların toplantı yeri olan bu tarihi şark kahvesi, bugün pis bir ortamda özelliklerinin tümünü yitirmiş durumdadır.

Sarayburnu Çevresi: Doğal zenginlikler açısından İstanbul’un bir başka ilginç noktası da Sarayburnu Yarımadası’dır. Yörenin önemi asıl olarak Topkapı Sarayı’nın varlığından kaynaklanmaktadır. Kıyıdan başlayan alçak bir tepenin üstündeki Topkapı Sarayı ve bahçesi ile sarayın eski bahçesi olan, şimdiki Gülhane Parkı’mn bulunduğu Sarayburnu’nda, belediye tarafindan park olarak düzenlenmiş bir açık alan da vardır. Marmara Denizi’ni ve Boğaz’m girişini gören bu alan kent içinde az rastlanan açık yerlerdendir. Gülhane Parkı ise gerek tesisleriyle gerekse yeşil alanlarıyla İstanbulluların en çok kullandıkları dinlence yerlerinden biri durumundadır.

Topkapı’nın Batısındaki Mesire Yerleri: İl alanı içinde Topkapı yöresini ve buradan başlayarak ilin batı sınırına kadar olan alanı kapsayan bu bölgede çok sayıda mesire yeri bulunmamaktadır. İstanbul’un bugün artık var olmayan bir başka tarihi mesiresi olan Çırpıcı Çayırı bu alan içinde kalmaktadır. Bugünkü Topkapı yöresinin sanayi alanları, eskiden Hıdrellez’in ilk haftalarından başlayarak akın akın İstanbulluların geldikleri yemyeşil bir alandı. İçinden iyi nitelikli artezyen suları da kaynayan bu tarihi mesirede çeşmeler, köprüler bulunmaktaydı. Kâğıthane denli önemli olan bu mesire bugün tamamen yok olmuş durumdadır.

Daha batıda Yeşilyurt, Yeşilköy ve Florya yöresi, daha çok kent kullanımı altında olmasına karşın planlı bir gelişmeyle kurulduğundan, kentin diğer yörelerine göre daha çok nefes alma olanağı sağlayan yerleşimlerdir. Çevredeki küçük parklar, yeşil alanlar, kıyı kahveleri, yöre halkına hizmet edebilir kapasitede gezinti yerleri oluşturmaktadır.

Bunlar arasında Florya yöresinin özel bir yeri vardır. Çok nitelikli bir plaja sahip olan bu merkez (Bak. Plajlar), yeşil alanlarıyla bir mesire yeri görevi de görmektedir. Taksim’den otobüs, SirkeciMen elektrikli tren gibi araçlarla kolayca ulaşılabilen Florya’da, At at ürk’ün emriyle kurulmuş Atatürk Ormanı bulunmaktadır. 230 ha alana yayılan çam ormanı, İstanbul’un önemli ko-rularındandır. Koru içindeki köşkler, parklar ve bahçeler mesirenin değerini artırmaktadır.

Florya’nın batısında Büyük ve Küçük Çekmece arasında yer alan Haramidere Vadisi de İstanbuUular’m değerlendirdiği mesire yerleri arasındadır.



Kaynak: İlginizi Çekecek Güzel Haberler Oyunlar ve fazlası

Yorum Gönder

0 Yorumlar